Bir vakit zaman hakkında epey düşünmüş hakkında araştırmalar yapıştım. Geçmişe ya da geleceğe gitmek mümkün müydü, zamanı kontrol edebilir hızlandırabilir, yada yavaşlatabilir miydik?… Einstein’dan Levh-i mahfuza kadar bir çok yazı okumuştum… ve bunları okurken de sona geldiğimde yani araştırmalarımın sonuna geldiğimde şu sonuca varmıştım; kontrol edilebilsin, edilemesin, geleceğe, geçmişe gidilebilsin ya da gidilemesin, ışınlanabilelim ya da ışınlanamayalım bunlar önemli değildi, bunların sonu gelmezdi, ama sonu gelecek bir şey vardı ki o da bu dünyada sana sayılı olarak verilen bu zaman denilen ömrün içindeki “an”lardı. Hangi inançta, hangi ekonomik koşulda hangi yaşta olursan ol bu akıp giden zamanın ne gerisine ne ilerisine takılı kal, tutunman gereken şu “ân”dır. Ânı değerlendirmek,bereketlendirmek, âna değer katmak,ânda sevdiklerimizle birlikte olmak zorundayız. Ancak bu şekilde geçmişin zincirlerinden, geleceğin tasasından sıyrılarak özgür bir kuşçasına kanatlarımızı çırpabilir ve uçabiliriz. Aksi halde zaman kargaşası içinde kaybolur ya hep “daha fazla yaşamak istiyorum”, ya da “keşke geçmişte şunu yapsaydım”gibi bizi zincirleyen kelimelere hapsolur ve sahip olduğumuz yegane şeyi ânı kaybederiz.
Bu benim kendi görüşüm elbette, bu kitap da buna benzer bir görüşte. Birbiriyle alakası olmayan 2 insanı daha doğrusu 3 insanı bir araya getiren güzel bir kurgu oluşturulmuş, akıcı bir dille, bunaltmayan bir unsurla yazılan bu kitabı elime alır almaz bitirdim. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı bu kitap ve üslubunu beğendim.
Kitaptan bir alıntıyla yazımı sonlandırayım müsadenizle 🙂
Hiç bir zaman çok geç ya da çok erken değildir. Her zaman ne zaman olması gerekiyorsa o zamandır.
İlk Yorumu Siz Yapın